Yurtdışında yaşayan insanımızın anavatan Türkiye ile olan maddi ve manevi bağlarının doğal olarak devam etmesi nedeniyle hukuki durumları ve ihtiyaçları açısından bir çok sorun çıkmakta. İşte bunlardan birisi de yaşadıkları ülkelerin mahkemeleri tarafından kendileri hakkında kısıtlılık(Hacir) kararı verilmesi halinde bu kararların Türkiye’de tanınıp tanınmaması sorunudur.
Konuyu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir örnek verelim; Almanya’da doğmuş ve büyümüş, ancak 18 yaşını doldurduğu halde akıl zayıflığı, bedensel özürlülük sebepleriyle Türk vatandaşı olan kişiye Alman mahkemesi tarafından (Amtsgericht- Vormundschaftsgericht) Alman Medeni Kanununa göre(BGB 1896 ve 1897) kısıtlılık kararı veriliyor ve kendisine kız kardeşini vasi (Vormund) olarak atıyor. Kısıtlanan kişi erkek ve Türk vatandaşı olduğundan Türk konsolosluğunda askerlik işlemi veya Türk vatandaşlığından çıkma işlemi için kendisi Konsolosluğa gidemediğinden, gitse bile akıl zayıflığı dolayısıyla işlem yapamacağından vasisi bu işlemleri yapması gerekiyor. Ancak Konsolosluk haklı olarak Alman mahkemesince atanan bir vasiyi kabul edemez, etmez de. Peki bu vasi ne yapabilir?
2014 YILINDAN ÖNCEKİ DURUM
Cumhuriyet kurulduğundan beri Türk yargısı yabancı mahkemelerce verilen vasilik ve kayyımlık kararlarını idari nitelikte ve sadece Türk mahkemelerinin yetkisinde olduğu gerekçesiyle kabul etmiyordu. Şayet vesayet altına alınan kişi Türk vatandaşı ise vesayet kararı veren yabancı mahkemenin Türk hukukunu uygulaması gerektiğini, ayrıca vesayet denetiminin yani vasinin denetiminin ancak Türk mahkemesince yapılması gerektiğini ileri sürerek, yukarıdaki örnekteki kısıtlanmış kişinin Türkiye’ye getirilip Türk mahkemesince gerekli incelemeler yapılarak vesayet altına alınması ve kendisine bir vasi atanmasını ileri sürüyorlardı.
2014 YILINDAN SONRAKİ DURUM
27.11.2007 tarihli ve 5718 sayılı Kanunun 64 üncü maddesi ile 20.05.1982 tarihli ve 2675 sayılı Kanun yürürlükten kaldırıldı ve yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizinde bazı şartlarda yeniden düzenleme yapıldı.
Hem bu Kanun değişikliği hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklanan sebeplerle Türk Yargıtay’ı 1905 tarihli Kısıtlamaya ve Benzer Tedbirlere İlişkin Lahey Sözleşmesinin 3 ve 7 inci maddelerinin uygulama zorunluluğunu gerekçe göstererek bu yabancı mahkeme kısıtlama (Vasilik, Kayyımlık) kararlarının verilirken Türk veya yabancı (örnekte Alman hukuku) hukunun uygulanmasına, vesayet altına alınanın ve vasi olarak atananın vatandaşlık durumuna bakılmadan tanınıp tenfiz edilmesi gerektiğine ilişkin hükümler verdi. Buradaki ana kriter kısıtlının tanıma ve tenfizde bir menfaatinin olması ve hükmün Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmaması.
Öncelikle bu davaların temyiz incelemesini yapan Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 11.03.2014 ve 20.03.2014 tarihli kararlarıyla yabancı mahkeme kısıtlama ve vasilik, 07.04.2014 tarihli kararıyla da yabancı mahkeme kayyımlık kararlarının tanımasına ve tenfizine karar vermek gerektiğine hükmetti.
Daha sonra bu karara direnen yerel mahkemenin kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) önüne geldi. HGK da 04.03.2015 tarihli içtihadıyla yerel mahkemenin kararını bozarak yabancı mahkemelerden verilen kararların (örnekte Alman mahkemesi) tanıması ve tenfizi konusunda son noktayı koymuş oldu.
Kısacası artık yukarıdaki örnekte olduğu gibi Alman mahkemesinin verdiği vasilik ve kayyımlık kararları Türk mahkemelerince tanınmak ve tenfiz edilmek zorundadır.
TANIMA TENFİZ İÇİN NE YAPILMALIDIR?
Örneğimizde olduğu gibi elinde yabancı mahkeme vasilik veya kayyımlık kararı olan vasi veya kayyım bu kararın orjinaline “Apostille Şerhi” almalıdır. Ancak bu kararların mutlaka mahkemece verilmesi gerekir. Yabancı idari mahkamlarınca verilen kararlar tanınamaz, tenfiz edilemez.
Bu şerhi aldıktan sonra tüm belgeler yeminli tercümana Türkçeye tercüme ettirilir ve yurtdışında Konsolosluklara Türkiye’de ise Noter’den tasdik ettirilir.
Vasi veya kayyım tanıma tenfiz davasını kendisi açabileceği gibi Türk hukuku avukatı olarak bizlere de özel ve genel vekaletname vererek davayı açtırabilir.
Davanın nerede açılması gerektiği hususu da çok önemlidir. Zira Türkiye’de neredeki Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğu diğer davalara nazaran daha özel bir durumdur. Diğer davaların tanıma tenfizi karşı taraf itiraz etmedikçe herhangi bir yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesinde görülebilir. Ancak burada vesayate ilişkin mahkemelerin yer bakımından yetkisi Türk Medeni Kanunun (TMK) 411 inci maddesi gereğince kamu düzenine ilişkin kesin bir yetki olduğundan mahkeme hakimi itiraza tabi olmadan re’sen (kendiliğinden) yetkili olup olmadığına karar verir.
TMK 411 inci maddesi “Vesayet işlerinde yetki küçüğün veya kısıtlının yerleşim yerindeki vesayet dairelerine aittir” demektedir.
5178 sayılı kanunun 40 ve 41 inci maddeleri tanıma tenfize bakacak mahkemenin yer bakımından yetkisini belirlemektedir. Kısıtlının Türkiye’de Adres Kayıt Sisteminde bir ikameti varsa o yer mahkemesi, Türkiye’de oturmuyorsa en son yerleşim yeri mahkemesi, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden biri yetkilidir. Yani dava bu mahkemelerden birinde açılmak zorundadır.
Dava hasımsız yani karşı tarafı olmayan ve ihtilafsız (çekişmesiz) olduğundan 5178 sayılı Kanunun 55/1 maddesi gereğince karşı tarafa tebliğ zorunluluğu aranmaz. Dava basit yargılama usülü hükümlerine göre incelenir ve karara bağlanır.
Tanıma ve tenfiz kararı verildikten sonra yabancı mahkeme kararı artık Türk mahkemelerinden verilen bir vesayet kararı gibidir. Bundan sonra Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 9/r ve 30 uncu maddeleri gereğince vesayet defterine ad kaydı yapılarak Türk sulh hukuk mahkemesince takip ve denetim sağlanmaya başlanacaktır. Kısacası yabancı mahkeme kararı Türk mahkeme kararı sayılarak Türk hukuku açısından yapılacak işlemlerde TMK 396-494 maddeleri arasındaki hükümler uygulanacaktır. Vasi/kayyım olan kişi bu hükümlere göre vesayet makamı olan sulh hukuk mahkemesi hakimine belirli peryotlarla hesap verecektir. Özellikle kısıtlının Türkiye’de taşınır ve/veya taşınmaz malı varsa bunun yönetimi ile ilgili hesap vermesi gerekir.
Örneğimizde vasi olan kişi kısıtlı kardeşinin askerlik işlemlerini kanuni temsilcisi olarak herhangi bir izne gerek kalmadan kendisi yurtdışındaki Türk konsolosluklarında ve yurtiçinde askerlik şubesinde yapabilecek. Lakin Türk vatandaşlığından çıkış işlemi için kendisinin vasilik kararı yeterli gelmeyecektir.
Kısıtlı kardeşinin Türk vatandaşlığından çıkması için vasi olan kişi doğrudan konsolosluğa başvuramaz. Bunun için vesayet denetim makamı olan asliye hukuk hakiminden TMK 463/2 maddesi gereğince izin alması gerekir. Bu izinle birlikte Türk vatandaşlığından çıkış için başvuru yapılabilir.
Burada sadece bir örnekle konuyu açıklamaya çalıştık. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, vesayet konusu şahısların fiil ehliyetleri kadar malvarlıklarını ve haklarını da ilgilendirdiğinden geniş bir konudur. Her durum farklılık ve farklı işlem ve izinlere tabi olabilir. Örneğin kısıtlının bankadaki paralarının, mirastan gelen taşınmazlarının idaresi ve satılması veya kendisine kalan bir işletmenin yönetilmesi gibi daha teknik bilgi ve prosedür gerektireblir.
Bu nedenle yurtdışında bulunanların, Türk hukuku mevzuatına hakim olmamaları da gözönüne alındığında bu konuları uzman hukukçularla beraber yürütmeleri tavsiyemizdir. Bu konuda dünyanın neresinden olursa olsun büromuza iletişim bilgilerimizle ulaştığınızda Almanya’da ve Türkiye’de size gerekli hukuki yardımda bulunulacaktır.
Ayrıca Almanya’da olduğu gibi mahkemelerce Türkiye ile bağlantılı olan kişilere atanan zorunlu yasal vasiler/kayyımlar (Rechtsbetreuung) da bize ulaşıp yukarıda açıkladığımız prosedürle kısıtlılar adına Türk hukukunda da işlem yapabilirler.
Av. Şerif Yılmaz